İnsan, yalnızlığı uzun bir süre yok sayınca gerçekten bedeni terk ettiğini sanıyor ama gerçeklik algısını değiştirince gerçeği değiştiremiyor. Yaşadığı çevre değişince de her şey su yüzüne çıkıyor, geceleri yine göğsüne o ağırlık oturuyor. Bilmiyorum ne nasıl ve ne zaman geçecek; ama yeter, gecelerimi çalmamalı benden yalnızlık.
Faili Meçhul Sanat
Faili meçhul bir cinayet değil bu ve ben de Jane Doe değilim. Aramayın katilimi, ben içimin kurbanıyım.
23 Şubat 2022 Çarşamba
28 Ocak 2021 Perşembe
beni tanıyan insanlara küçük bir mektup
II
herkese selam dostlarım bugün olduğumdan da yorgunum,
iki ucu belirsiz bir zaman çizelgesinin bir noktasında takılıp düştüm, ilerleyemiyorum
kanayan dizlerimi sevemem,
olamıyorum çoğunuz gibi ama gizlice deniyorum
ruhumla savaşımı sessizce veriyorum
Şu ipin üzerinde bir adım geri gitsem isyan sesleri duyuyorum,
bir insan nefret etmemeli bu kadar geriden
ama napsın ileriyi de sevemiyorsa?
geriyi kendim kararttım, ilerisi içten karanlık
kurtulamıyorum karanlıklardan,
yarısı erimiş şimdinin mum ışığına kaldım.
III
Bazen unutulmayı sevmekten daha kolay buluyorum.
Yalnızlığın pis cümbüşünde kendimle savaşırken,
insanları incitmemiş olmanın hazzını taşırdım eskiden.
Şimdi ise anlaşılmak için yalvarıyor, yakarıyor dudaklarım.
Bir bakışta okusun istiyorum bir çift güzellik beni ama olduramıyorum
Gözlerime yerleşen ifadesizliği eritemiyorum
Başımı koyduğum omuzları çürüttüm istemeden ama başımı da zor dik tutuyorum
nefret doluyum, yalnızca içe yönelik bir nefretle tanımlanabilirim artık
nefes alan, cansız bir özür cümlesi oldum artık.
Hoşça kalın dostlarım bugünden alacağım bütün darbeleri aldım.
25 Ocak 2021 Pazartesi
Niçin Dinlemeli Biri?
Ancak anlık bir öfkenin ardından savrulan düşünceler böyle bir yazı yazmaya yönlendirebilirdi beni ve işte yazıyorum da. Rahatsızım, dinlemeyi bilmeyen bir toplumdan, derdini anlatmayı bilmeyen bir ülke dolusu insandan rahatsızım.İletişim esnasında yaptığımız hataların karşımızdaki bireye ne denli zarar verdiğini hiç düşündük mü acaba? Düşündük diyelim; ne kadarını uyguladık, insanların bizimle kurduğu iletişimde bir ilerleme oldu mu bu kafa yormadan sonra? Bu soruları iyi düşünmenizi öneririm çünkü muhtemelen bilmeden kalp kırıyorsunuz ve bir ilişkiniz, haberiniz bile olmadan zedeleniyor.
O kadar geniş bir sorun ki hangi açıdan ele almalıyım önce, emin olamıyorum. Küçük iletişimlerden büyük kitlelere seslenişe doğru gitsek bizim için derli toplu bir yazı ortaya çıkarabileceğimi umuyorum. O halde en basit diyalog örneğini oluşturalım: Diyelim ki evdesiniz ve yakın arkadaşınız size sesleniyor. Artık otomatik bir cevaba dönüşmüş olan "Efendim?" karşınızdaki için yeterli midir? Hayır, iletişimin sonu "efendim" olmadığı için değildir, bu yüzden bundan sonra onu dinlemeye devam etmelisiniz; ancak o anlattıkça ilginizi kaybediyorsunuz ve bu sürekli tekrarlanıyor. Arkadaşınız ne zaman heyecanla yanınıza gelse siz farkında olmadan bir buruklukla ayrılıyor. Belki bunu artık oldukça yakın olmanızdan gelen bir rahatlıkla yapıyorsunuz ama unuttuğunuz bir şey var, hiçbir bağ kopmaz veya zedelenmez değildir. Hepsi gevşer, hepsi eskir ve bunların yaşanmasını engellemek, iletişimi ne denli canlı tuttuğunuzla alakalıdır.
Kanımca birey, birinin onu dinlediğini bildiğinde sevgiyi hisseder. Sevgiyi dile getirmek de hoştur; ancak sevginizi gösteren şeyler yapmak kadar hoş değildir. En iyi göstergelerden biri de dinlemektir. Çünkü dinlemenin; empati sağlama, merak uyandırma, karşınızdaki kişiyi daha iyi anlamanızı sağlayacak küçük detayları ortaya çıkarma gibi huyları vardır. Siz bu kolay eylemi gerçekleştirmediğinizde oluşan hasarlar dile getirilmese bile oldukça büyük aslında. Özellikle bu hasarlar ikili ilişkiden sızıp kişinin hayatına yayılmaya başladığında bunların önüne geçmek maalesef sorunu yaratmak kadar hızlı olmuyor.
Muhatabım, bana dinlenme lüksünü bahşetmediğinde ben sessiz bir küslükle karşılık veririm: Büyük ihtimal fark etmeyeceği bir kırgınlığın habercisidir bu küslük. Yine de dinleniyor olmaktan mahrum etmemek adına büyük savaşlar veririm kendi içimde ve içimdeki kırgınlığı kontrol altında tutabildiğim sürece de mahrum etmem. Bu sorundur, bu anlattıklarım hepten bir sorundur. Ben anlatmadığım için bir süre sonra bir bilgisayar botuna yazar gibi hissedecektir muhtemelen karşımdaki ve bu durumdan yakınmaya başlayacaktır. Dinlememenizin sonucu dinleyememe olduğunda bundan yakınmaya başlarsınız; ama bu yakınma, işleri eski haline döndürmeye yeterli olmayacaktır. İşte iletişimsizliğin önemli bir örneği de budur.
İstediği birey tarafından dinlenmediğini hisseden kişinin iç dünyasında oluşacak depremlerden bahsetmek ise bu yazının tek zor kısmı. Kişi, kendini sorgulamaya başlıyor: Acaba yeterince ilgi çekici değil miyim? Benden soğumaya başladı, beni artık önemsemiyor mu? Benimle konuşmak eskisi gibi hoş değil mi?.. Ve tonlarca soru işareti. Bunlara yenilmemeye çalışsa da illaki düşüyor bir yerde ve inanın, kaldırmak kulak vermekle başlıyor.
Dinlememe huyunu bir grup çalışmasında, bir toplantıda hatta bir topluluğa konuşma yaparken, konser verirken bile takınabiliyoruz maalesef. Sesi çok çıkanlara odaklandığımızdan sakin konuşanı yok sayıyoruz, bize baskın görünen karakterlere odaklanıyoruz, kendi sesimize odaklanıyoruz ama herkese biraz kulak vermemiz gerektiğini göremiyoruz. Kardeşler arası kırgınlıklar oluşuyor, arkadaşlar uzaklaşıyor, ilişkiler bitiyor, hükümet halkından kopuyor bu küçük yeteneği sergilemediği için. İletişimin temel unsuru bu güzel aracı birbirimizden resmen sakınıyoruz.
Bunları yazarken ben de düşündüm, yeterince iyi bir dinleyici miyim diye. Hayır, değilim. Ne iyi bir dinleyiciyim ne de iyi bir dinlenenim. İkisinin de yokluğunu çekiyorum ve bu yokluk acıyla geliyor, yalnızlık hissiyle geliyor. Yine de elimden geleni yapacağımı bilmek, belki de birilerinin yapmasını sağlayacak olmak beni rahatlatıyor. Hepimizin bir gün saygıyla dinleyeceği ve aynı oranda dinleneceği günler görmesi dileğiyle...
9 Mayıs 2020 Cumartesi
eli, eli
Kahramanı beyazlar içinde bir adam. Dünyanın en yalnız, yeryüzüne konmuş ve yüreği acıyla en fazla doldurulmuş insanı belki de. Doğduğunuz günden bildiğinizi düşünün kaderinizdeki yalnızlığı, ihaneti ve insanların size sunmuş gibi yaptığı kardeşliği. İşte bunları yaşamış birinin öyküsünü okudum bugünlerde ve içim sıkıldı. Dört defa okudum aynı öyküyü ama farklı insanların ağzından yazılmıştı hep. Arka arkaya dört bölüm, dört ağız ve bir insandan bahsediliyordu. Yüce bir ruhtan, bir aydından.
İlk ağızdan yalnızca eğlence ve olay örgüsü çıkardım. Çünkü olanları anlatayım derken ruhtan ve duygudan arındırılmıştı. Belki de öyküyü en doğru anlatan ağızdı o bilemiyorum; ama ben bir yandan ciddiyetle dinlerken bu ağzı, öbür yandan gülüp eğlenmeden yapamadım. İkinci ağız birden daha eskiydi, daha sadeydi ve neredeyse aynıydı. Yalnız daha kısaydı. Bir kere daha okuyunca anladım, bu bilginde gördüğüm o huysuzluk aslında birinci kitabın anlatıcısının ağzına özgüydü. Çünkü burada beni, daha narin bir ruh karşıladı. Üçüncü ağız beni asıl yaralayan ağız oldu. Kaşlarım çatık, küçük bir haksızlığa uğramışlıkla okudum bunu çünkü buydu size beyazların içinde adamın acısını tattıran kitap. Gözyaşlarını okudum bu bilge insanın ve kapattım kitabı bir hüzünle, dördüncü kitaba geçmeden önce bir nefes almak istedim sanırım. Ve geçtim, çok bekletmedim kendimi. Dört, ilk üçünden biraz farklıydı: Olaylardan çok ruhta durur gibiydi. Yücelik duygusunu göstermek ister gibiydi. İşte bu yüzden, bu ağız daha da bahsetti bilgenin duygularından ve acısından. İşte gittikçe bir oldum bu adamla ve çok üzüldüm adına.
"Siz beni izliyor, arkamdan geliyorsunuz ancak bir gün hepiniz gideceksiniz!" diyordu her arkasını döndüğünde. Aranızdan biri bana ihanet edecek. Birbirinizi sevin. Sizi bağışlıyorum. Birbirinizi bağışlayın. Bağışlamayan, bağışlanamaz. Arkadaş için ölmekten daha büyük bir şey yoktur. Annenizi sevin. Kardeşlerinizi affedin. Sağ elinizin yaptığını sol eliniz görmesin. İyilikleriniz size kalsın, kalbinizden geçen arzular, dua ettiğinizle sizin aranızda kalsın.
Dört ağızdan ikisi, bu adamın ağladığını söyledi. İkisi farklı zamanlardan bahsetti; ama iki ağızda da sadece bir defa ağladı. İnsanlık için ağladı. Sakın yanlış anlamayın, hemfikir değilim okuduğunuz bu yüce insanla çünkü ben o değilim. Söylediklerine katılmadığım yerler de oldu ama hiçbirimiz karşı çıkamayız öğretisinin yüceliğine. Özellikle öleceği günü bilen birinin yüceliğine, bir adım bile yaklaşamayız. Çünkü bu, hasta yatağına düşmeden öleceğini anlamayan insanoğlu için büyük bir hüzündür. Nasıl acıyla doluydu kalbi okuduğumda, bir okusanız siz de bilirdiniz.
Ve bir öpücükle gitti dünyadan. "Bana bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?" dedi. Ölürken de ağzından yalnızca bir soru döküldü ve bir bağırış hemen ardından: "Tanrım, tanrım, beni neden terk ettin?"
27 Ocak 2020 Pazartesi
Güçsüz Olmak Herkesin Hakkıdır
22 Ocak 2020 Çarşamba
Absürt
Niçin uzun zamandır defter kalem kullanmıyorum? Çünkü ne zaman elime alsam kalemi, etrafıma ördüğüm duvarlar bir bir çöküyor ve çırılçıplak, savunmasız kalıyorum. Gözlerimden bir bir dökülüyor yine yaşlar ama hiçbir şey yapamıyorum. Küçücük bir çocuk oluyorum. Savunmasız ve aslında hiç de çocuk değil. Benim çocukluğumun altında, çocukluğun imzasını taşıyan tek özellikti savunmasızlığım ve bu yaşıma kadar da bırakmadı peşimi. Savunmasızım, duvarlarım dışında bir şeyim yok benim. Bir geceleri, bir de kalem elimdeyken tamamen küçük bir çocuğum.
Gündüzleri gözlerimde gördüğünüz parıltıyı çocukça buldunuz, kiminiz sevdi kiminiz nefret etti bundan. Yok aslında, bir çocuğun mutluluğu değil o: Çocukluğunda mutluluğu kendine borçlanmış, genç bir kızın çaresizliği yalnızca.
Kimse yokken ben, her zamankinden daha yaşlıyım.

