9 Mayıs 2020 Cumartesi

eli, eli

    Küçüklüğümden beri adını duyduğum bir insanı bugün tanıdım. Kim olduğunu bugün öğrendim ve öğrendiğimde yalnız başımaydım. Elimde yeşil ve mavi renkli, çirkin bir kapağı olan hoş bir kitap vardı. Gerçi kapağını da ilk gördüğümde yadırgamıştım yalnızca. Baktıkça alışıyor ve hoşunuza gidiyor sadeliği. İlk bakışta diyorsunuz ki bu kapak bu kitaba yakışır mı, niçin önemsenmemiş hiç. Sonradan anlıyorsunuz tabii. Okudukça belki de. Mavilik bir nehrin, yeşiller ise karanın göstergesi. Siyahla belirginleştirdikleri bir de kıyı çizgimiz var. Sade mi sade bir kapak. İçi daha da sade ondan.

    Kahramanı beyazlar içinde bir adam. Dünyanın en yalnız, yeryüzüne konmuş ve yüreği acıyla en fazla doldurulmuş insanı belki de. Doğduğunuz günden bildiğinizi düşünün kaderinizdeki yalnızlığı, ihaneti ve insanların size sunmuş gibi yaptığı kardeşliği. İşte bunları yaşamış birinin öyküsünü okudum bugünlerde ve içim sıkıldı. Dört defa okudum aynı öyküyü ama farklı insanların ağzından yazılmıştı hep. Arka arkaya dört bölüm, dört ağız ve bir insandan bahsediliyordu. Yüce bir ruhtan, bir aydından.

    İlk ağızdan yalnızca eğlence ve olay örgüsü çıkardım. Çünkü olanları anlatayım derken ruhtan ve duygudan arındırılmıştı. Belki de öyküyü en doğru anlatan ağızdı o bilemiyorum; ama ben bir yandan ciddiyetle dinlerken bu ağzı, öbür yandan gülüp eğlenmeden yapamadım. İkinci ağız birden daha eskiydi, daha sadeydi ve neredeyse aynıydı. Yalnız daha kısaydı. Bir kere daha okuyunca anladım, bu bilginde gördüğüm o huysuzluk aslında birinci kitabın anlatıcısının ağzına özgüydü. Çünkü burada beni, daha narin bir ruh karşıladı. Üçüncü ağız beni asıl yaralayan ağız oldu. Kaşlarım çatık, küçük bir haksızlığa uğramışlıkla okudum bunu çünkü buydu size beyazların içinde adamın acısını tattıran kitap. Gözyaşlarını okudum bu bilge insanın ve kapattım kitabı bir hüzünle, dördüncü kitaba geçmeden önce bir nefes almak istedim sanırım. Ve geçtim, çok bekletmedim kendimi. Dört, ilk üçünden biraz farklıydı: Olaylardan çok ruhta durur gibiydi. Yücelik duygusunu göstermek ister gibiydi. İşte bu yüzden, bu ağız daha da bahsetti bilgenin duygularından ve acısından. İşte gittikçe bir oldum bu adamla ve çok üzüldüm adına.

    "Siz beni izliyor, arkamdan geliyorsunuz ancak bir gün hepiniz gideceksiniz!" diyordu her arkasını döndüğünde. Aranızdan biri bana ihanet edecek. Birbirinizi sevin. Sizi bağışlıyorum. Birbirinizi bağışlayın. Bağışlamayan, bağışlanamaz. Arkadaş için ölmekten daha büyük bir şey yoktur. Annenizi sevin. Kardeşlerinizi affedin. Sağ elinizin yaptığını sol eliniz görmesin. İyilikleriniz size kalsın, kalbinizden geçen arzular, dua ettiğinizle sizin aranızda kalsın.

    Dört ağızdan ikisi, bu adamın ağladığını söyledi. İkisi farklı zamanlardan bahsetti; ama iki ağızda da sadece bir defa ağladı. İnsanlık için ağladı. Sakın yanlış anlamayın, hemfikir değilim okuduğunuz bu yüce insanla çünkü ben o değilim. Söylediklerine katılmadığım yerler de oldu ama hiçbirimiz karşı çıkamayız öğretisinin yüceliğine. Özellikle öleceği günü bilen birinin yüceliğine, bir adım bile yaklaşamayız. Çünkü bu, hasta yatağına düşmeden öleceğini anlamayan insanoğlu için büyük bir hüzündür. Nasıl acıyla doluydu kalbi okuduğumda, bir okusanız siz de bilirdiniz.

    Ve bir öpücükle gitti dünyadan. "Bana bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?" dedi. Ölürken de ağzından yalnızca bir soru döküldü ve bir bağırış hemen ardından: "Tanrım, tanrım, beni neden terk ettin?"





27 Ocak 2020 Pazartesi

Güçsüz Olmak Herkesin Hakkıdır

Hangi insanın ruhu Herakles gibi dikilmiştir her acının karşısına?
Benimki bir sazdan daha sık eğilip duruyor, merak içindeyim.
Hangi insanoğlu bu kadar güçlüdür, yenilmezdir hayatın yumruğu karşısında?
Ben değilim. Ben sık sık yere seriliyorum. 
Her insana verilmeli güçsüzlük hakkı. Herkes güçsüz olabilir. Herakles bile sendeleyebilir, ayağı bir taşa takılabilir misal ve siz yine şaşırırsınız. Oysa o da bir yandan insandır, saf tanrı değil.
    Bense tamamen insanım. Yine de özgürce düşme hakkımı aldınız elimden.

22 Ocak 2020 Çarşamba

Absürt

    Yazdığım hiçbir şey yeterli gelmiyor. Yine de işte buradayım, karşınızdayım ve yine piyanom oldu klavyem: Yazıyorum.
    Niçin uzun zamandır defter kalem kullanmıyorum? Çünkü ne zaman elime alsam kalemi, etrafıma ördüğüm duvarlar bir bir çöküyor ve çırılçıplak, savunmasız kalıyorum. Gözlerimden bir bir dökülüyor yine yaşlar ama hiçbir şey yapamıyorum. Küçücük bir çocuk oluyorum. Savunmasız ve aslında hiç de çocuk değil. Benim çocukluğumun altında, çocukluğun imzasını taşıyan tek özellikti savunmasızlığım ve bu yaşıma kadar da bırakmadı peşimi. Savunmasızım, duvarlarım dışında bir şeyim yok benim. Bir geceleri, bir de kalem elimdeyken tamamen küçük bir çocuğum.
    Gündüzleri gözlerimde gördüğünüz parıltıyı çocukça buldunuz, kiminiz sevdi kiminiz nefret etti bundan. Yok aslında, bir çocuğun mutluluğu değil o: Çocukluğunda mutluluğu kendine borçlanmış, genç bir kızın çaresizliği yalnızca.
Kimse yokken ben, her zamankinden daha yaşlıyım.
Çelişkilerle dolu, kötü bir yazı bu da. Çünkü çelişkilerle doluyum.