7 Eylül 2019 Cumartesi

Aramızdan Birinin Biyografisi


Sabırlıydı.
                Yıllarca elde etmek istediği şeyleri, bir kere bile yakınmadan bekleyecek kadar sabırlıydı. Yüzünde hoş bir gülümsemeyle dolaşırdı. İnsanları güldürmeyi başarırdı. Sevdiği insanlara sevgisini olduğunca hissettirmeye çalışır, herkesin elinden tutardı. Neşeliydi, sevimliydi, saygılıydı ve iyi bir dinleyiciydi. En azından arkadaşları onu böyle tanımlardı.
                Onun yazılarında ise bunların tam tersi okunurdu. Sabırsızım, derdi kendine. Beklediği şeyleri yeterince beklemediğini düşünür, elde edemediği şeyler için kendini suçlar dururdu. Yüzünde bir imza gibi taşıdığı gülümsemeden ve insanlara attırdığı kahkahalardan iğrenirdi. Çoğu zaman kahkahası, aklında yankılanan korkunç kabuslardan ağzına tıkılır; o ise bunu belli etmemeye çalışarak susan kahkahasını bir gülümsemeyle kapatırdı. Sevdiği insanlara gösterdiği sevgi ona ya çok fazla ya da çok az gelirdi. İki türlü de gösterdiği sevginin karşılığını alamamak onu yıpratır, insanların elini buruk bir gülümsemeyle tutardı. Neşesiz ve mutsuzdu, çirkindi, saygılı değil suskundu ve biri konuşurken sık sık küçük dikkat dağılmaları yaşardı. Konuşan kişinin hikayesinde oluşan boşluklardan rahatsız olur, bu yüzden kendine çok sinirlenirdi. O da kendini böyle tanımlardı.
                Herkese küçük gelen dünya onun içinde büyür dururdu. O, bu koskocaman kürenin üstünde yürüyüp duran, değersiz bir böcek gibi hissederdi kendini. Dünya ona tek başına bir evren gibi gelirdi; nefesini daraltır, onu göğüs kafesine hapsederdi. Kendini tıktığı bu hapishaneden kimsenin haberi olmazdı. Kafesin parmaklıkları üstüne gelmeye başladığında yerinde duramazdı. Yalnız kalmak isterdi, yalnız kalmak zorunda hissederdi. Kimsenin önünde ağlamazdı, gerçek ve yürekli bir hapishane mahkûmu gibi, ziyaretçilerine hep güçlü görünürdü. Oysa parmaklıklar sıklaşmaya başladığında, onu bir başına ve çığlık çığlığa bulabilirdiniz, eğer arasaydınız.
                Kimseye gördüğü kabuslardan bahsetmedi. Gittikçe kötüleşen ve çoğalan uyku fragmanları  yavaştan gerçek hayatını da etkilemeye başladı. Hiçbir zaman bu görüntülere göre mi hareket ettiğini yoksa rüyaları gerçekten olacak şeylerin habercisi miydi, bilemedi. Ama rüyalarında karşısına çıkan, korktuğu şeyler, gerçek hayatında da karşısına çıkmaya başladı. Bir deja vu yaşar gibi üstünden geçti tüm kabuslarının. Kimsenin haberi olmadı.
                Ölüm çanları hiç beklenmedik bir anda çaldı. Önce çanıyla kendini duyuran ölüm, öğleden sonra onun evine de uğradı: Hayatında ilk defa biri nefes almayı bırakarak terk etmişti onu. O hep ölümü soğukkanlılıkla, doğanın bir parçası olan yaşamı kucaklar gibi kucaklayacağını düşünürdü; ama öyle olmadı. Kanı bir cadı kazanına boşaltılmış, saatlerce ateşe maruz kalmış gibi sıcacıktı, yanıyordu. Damarındaki artık kan değildi, bir kara büyünün en önemli malzemesiydi. Yine de ağzını açıp bir şey demedi. Dudaklarının arasından bir ah bile çıkmadı.
                Onca şeyden sonra, kendine dair düşünceleri şaşırtıcı bir şekilde düzelmeye başladı. Aynada gördüğü kişiye içtenlikle gülümsediği birkaç sabahı oldu, bu onu çok şaşırttı. Kahkahası kendi kulağına geldiğinde iğrenmedi ve bu onu oldukça mutlu etti. Kendinde güzel şeyler gördüğünü düşündü, çevresindekilerin var olduğunu söylediği şeyleri gördüğünü düşündü. Bu iyi günler, olduğu gibi çevresindeki insanlara da yansıdı: En sevdiği insanların gözlerine neredeyse yerleşmiş hüzün, arada bir terk eder oldu. O ise bunun tadını çıkardı; ama içinde yaşayan tilkiye de kulaklarını tıkamadı: “Her şeyin bir sonu vardır, hiçbir şey aynı kalmaz.”
                Tilki haklıydı. Düzelen her şey, eskisinden de kötü oldu. Dünya birden daha da büyüdü ve göğüs kafesi gittikçe daralmaya başladı. Parmaklıklardan birini boğazının etrafında hissetti. Aklında yıllardır konaklayan tilki, tüm zihnini ele geçirdi ve her şey alt üst oldu. Tilkinin kuyruğu beyninin tüm kıvrımlarını sarmış, gözlerine korkunç bir oyunun ilk perdesini yerleştirmişti. Bu oyunun sahnesini her gece gözyaşlarıyla yıkadı. Kimsenin haberi olmadı.
                Sevgisizlik günlük hayatının bir parçası oldu. “Herkes yalan söyler.” dedi tilki ve onun inanmaktan başka yapacağı hiçbir şeyi yoktu, inandı. Sevdiği insanlar gittikçe uzaklaşır gibi göründü gözüne, hepsi teker teker çantasına koydu bir zamanlar ona verdiği sevgiyi. Bu onu korkuttu. Vedasız bir terk edilişti sanki bu. Kimseye ihtiyacı olmadığını biliyordu ama sevdiği kişileri yanında istiyordu, bunun ihtiyaçla ilgisi yoktu. Böylece kendini unuttu ve insanlara odaklandı. Sevdiği insanlarla güldü, sevdiği insanlarla ağladı. Tilki hiç yokmuş, hiç olmamış gibi yaşadı; bunun sonucu daha ağır oldu. Tilki bir zehir gibi yayıldı tüm vücuduna. Sevgisizlik hissi gittikçe büyüdü ve boynuna dolanan parmaklıktan daha çok acıttı canını. Kimsenin haberi olmadı.
                Kimse çürüyen, hastalıklı aklını okuyamadı. Kimse gözlerinde dönen oyunu görmedi. Sevgisizlik gittikçe büyüdü ve hızla büyümeye devam eden dünyayı kapladı. O ise hiçkimseyi suçlamadı. Defterine şunları yazdı: “Faili meçhul bir cinayet değil bu ve ben de Jane Doe değilim. Aramayın katilimi, ben içimin kurbanıyım.”
                Kimsenin haberi olmadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder