Sabırlıydı.
Yıllarca
elde etmek istediği şeyleri, bir kere bile yakınmadan bekleyecek kadar
sabırlıydı. Yüzünde hoş bir gülümsemeyle dolaşırdı. İnsanları güldürmeyi
başarırdı. Sevdiği insanlara sevgisini olduğunca hissettirmeye çalışır,
herkesin elinden tutardı. Neşeliydi, sevimliydi, saygılıydı ve iyi bir
dinleyiciydi. En azından arkadaşları onu böyle tanımlardı.
Onun
yazılarında ise bunların tam tersi okunurdu. Sabırsızım, derdi kendine.
Beklediği şeyleri yeterince beklemediğini düşünür, elde edemediği şeyler için
kendini suçlar dururdu. Yüzünde bir imza gibi taşıdığı gülümsemeden ve
insanlara attırdığı kahkahalardan iğrenirdi. Çoğu zaman kahkahası, aklında
yankılanan korkunç kabuslardan ağzına tıkılır; o ise bunu belli etmemeye
çalışarak susan kahkahasını bir gülümsemeyle kapatırdı. Sevdiği insanlara
gösterdiği sevgi ona ya çok fazla ya da çok az gelirdi. İki türlü de gösterdiği
sevginin karşılığını alamamak onu yıpratır, insanların elini buruk bir
gülümsemeyle tutardı. Neşesiz ve mutsuzdu, çirkindi, saygılı değil suskundu ve
biri konuşurken sık sık küçük dikkat dağılmaları yaşardı. Konuşan kişinin
hikayesinde oluşan boşluklardan rahatsız olur, bu yüzden kendine çok sinirlenirdi.
O da kendini böyle tanımlardı.
Herkese
küçük gelen dünya onun içinde büyür dururdu. O, bu koskocaman kürenin üstünde
yürüyüp duran, değersiz bir böcek gibi hissederdi kendini. Dünya ona tek başına
bir evren gibi gelirdi; nefesini daraltır, onu göğüs kafesine hapsederdi.
Kendini tıktığı bu hapishaneden kimsenin haberi olmazdı. Kafesin parmaklıkları
üstüne gelmeye başladığında yerinde duramazdı. Yalnız kalmak isterdi, yalnız
kalmak zorunda hissederdi. Kimsenin önünde ağlamazdı, gerçek ve yürekli bir
hapishane mahkûmu gibi, ziyaretçilerine hep güçlü görünürdü. Oysa parmaklıklar
sıklaşmaya başladığında, onu bir başına ve çığlık çığlığa bulabilirdiniz, eğer
arasaydınız.
Kimseye
gördüğü kabuslardan bahsetmedi. Gittikçe kötüleşen ve çoğalan uyku fragmanları yavaştan gerçek hayatını da etkilemeye
başladı. Hiçbir zaman bu görüntülere göre mi hareket ettiğini yoksa rüyaları
gerçekten olacak şeylerin habercisi miydi, bilemedi. Ama rüyalarında karşısına
çıkan, korktuğu şeyler, gerçek hayatında da karşısına çıkmaya başladı. Bir deja
vu yaşar gibi üstünden geçti tüm kabuslarının. Kimsenin haberi olmadı.
Ölüm
çanları hiç beklenmedik bir anda çaldı. Önce çanıyla kendini duyuran ölüm,
öğleden sonra onun evine de uğradı: Hayatında ilk defa biri nefes almayı
bırakarak terk etmişti onu. O hep ölümü soğukkanlılıkla, doğanın bir parçası
olan yaşamı kucaklar gibi kucaklayacağını düşünürdü; ama öyle olmadı. Kanı bir
cadı kazanına boşaltılmış, saatlerce ateşe maruz kalmış gibi sıcacıktı,
yanıyordu. Damarındaki artık kan değildi, bir kara büyünün en önemli
malzemesiydi. Yine de ağzını açıp bir şey demedi. Dudaklarının arasından bir ah
bile çıkmadı.
Onca
şeyden sonra, kendine dair düşünceleri şaşırtıcı bir şekilde düzelmeye başladı.
Aynada gördüğü kişiye içtenlikle gülümsediği birkaç sabahı oldu, bu onu çok
şaşırttı. Kahkahası kendi kulağına geldiğinde iğrenmedi ve bu onu oldukça mutlu
etti. Kendinde güzel şeyler gördüğünü düşündü, çevresindekilerin var olduğunu
söylediği şeyleri gördüğünü düşündü. Bu iyi günler, olduğu gibi çevresindeki
insanlara da yansıdı: En sevdiği insanların gözlerine neredeyse yerleşmiş
hüzün, arada bir terk eder oldu. O ise bunun tadını çıkardı; ama içinde yaşayan
tilkiye de kulaklarını tıkamadı: “Her şeyin bir sonu vardır, hiçbir şey aynı
kalmaz.”
Tilki
haklıydı. Düzelen her şey, eskisinden de kötü oldu. Dünya birden daha da büyüdü
ve göğüs kafesi gittikçe daralmaya başladı. Parmaklıklardan birini boğazının
etrafında hissetti. Aklında yıllardır konaklayan tilki, tüm zihnini ele geçirdi
ve her şey alt üst oldu. Tilkinin kuyruğu beyninin tüm kıvrımlarını sarmış,
gözlerine korkunç bir oyunun ilk perdesini yerleştirmişti. Bu oyunun sahnesini
her gece gözyaşlarıyla yıkadı. Kimsenin haberi olmadı.
Sevgisizlik
günlük hayatının bir parçası oldu. “Herkes yalan söyler.” dedi tilki ve onun
inanmaktan başka yapacağı hiçbir şeyi yoktu, inandı. Sevdiği insanlar gittikçe
uzaklaşır gibi göründü gözüne, hepsi teker teker çantasına koydu bir zamanlar
ona verdiği sevgiyi. Bu onu korkuttu. Vedasız bir terk edilişti sanki bu.
Kimseye ihtiyacı olmadığını biliyordu ama sevdiği kişileri yanında istiyordu,
bunun ihtiyaçla ilgisi yoktu. Böylece kendini unuttu ve insanlara odaklandı.
Sevdiği insanlarla güldü, sevdiği insanlarla ağladı. Tilki hiç yokmuş, hiç
olmamış gibi yaşadı; bunun sonucu daha ağır oldu. Tilki bir zehir gibi yayıldı
tüm vücuduna. Sevgisizlik hissi gittikçe büyüdü ve boynuna dolanan parmaklıktan
daha çok acıttı canını. Kimsenin haberi olmadı.
Kimse
çürüyen, hastalıklı aklını okuyamadı. Kimse gözlerinde dönen oyunu görmedi.
Sevgisizlik gittikçe büyüdü ve hızla büyümeye devam eden dünyayı kapladı. O ise
hiçkimseyi suçlamadı. Defterine şunları yazdı: “Faili meçhul bir cinayet değil
bu ve ben de Jane Doe değilim. Aramayın katilimi, ben içimin kurbanıyım.”
Kimsenin haberi olmadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder